28 Ağustos 2008 Perşembe

ve... tarçın fırçalarına geri döndü...


Uzun zamandır ayrıydım onlardan, çok özlemişim.. İnsanın içinde neler yaşaması gerek ki sanata gücü olsun? Hep doğru zaman gelecek demiştim.. işte geldi... boyalarım ve fırçalarımla işte ben...

Yandaki resim : Şehrini arayanlar / 2008 tarcinmoscow (Seden Sezer)

12 Ağustos 2008 Salı

Ve... tatil notları

İşte bir tatil daha “Rüzgar gibi” geldi geçti. Elbette her tatil gibi. Şimdiye kadar yeterli gelen bir tatilim olmadı ki hiç... Ama bu defa gerçekten çokkısa geldi diyebilirim. Moskova’nın havasının yağmurlu ve kapalı olması da buna bir etki oldu elbet. İncecik kıyafetleri, sıcacık havayı, denizi, güneşi bırakıp gelmek zor geliyor tabi.

Tatil kısa olsa da dolu doluydu aslında. Ankara-Anamur-Ankara olarak şekillenmiş tatil programımızda ancak Anamur’da dinlenebildik. Ankara her zamanki gibi koşturmacalarla geçti. Bu koşturmacaların içinde keyifli olanlarının yeri fazlaydı. Eski dostlar, arkadaşlar her zaman olduğu gibi yine bizleri yalnız bırakmadılar elbet. Facebook’a bir kez daha teşekkürettim yani içimden. Artık Türkiye’ye yaptığım seyahatlerim çok daha renkli geçiyor iyi ki...

Onun dışında deniz-kum-güneş üçlemesinden yeterince nasibimizi aldık elbet... her ne kadar 10 gün yeterli gelmediyse de olan kadarı ile yetinmeyi öğrendik. Bol bol denizde yüzüp güneşin altında cayır cayır yandım. Moskova’ya dönmeden iyice güneş depoladım.

Moskova’ya dönmekten bahsedince. Yine oldu! Bavullardan birisi geç geldi. Bu atık bir Türk Hava Yolları klasiği haline geldi. Bu kadar sık tekrarlanması gerçekten çok can sıkıcı. Dün gece elimize geçti bavul ama öncesinde yaşanan sinir harbi ve baş ağrısı cabası...

Sonuçta evime döndüm işte. Evim evim güzel evim. Bir sürü iş beni bekliyor. En başta kendime evin bir köşesinde atölye hazırlayacağım. (neresiyse artıkorsı sanki yer varmış gibi...) ben yine de bunun için çaba sarfedicem. Artık zamanı geldi de geçiyor bile...

Sayfama geridönmüş bulunuyorum... artık yeniden sık sık görüşmek dileği ile :)

4 Ağustos 2008 Pazartesi

Deniz, kum, güneş, yaşasın tatil

Dünyanın en güzel üçlemelerinden birisidir “Deniz-kum ve güneş”. Her yıl bunu düşünür, bu tatilin hayali ile çalışır sayısız insan. İşte bir tatilin daha ortasındayım, hiç de çıkasım yok doğrusu. Ruslar’ın akın akın ülkemizin güney sahillerini inmesini de çok iyi anlıyorum. Güzel bizim ülkemiz özellikle de yaz aylarında Moskova’da hava yağmurlu ve soğukken, güneşe karşı güneşlenmek gibisi yok doğrusu güneyde...

Moskova’dakileri kıskandırmak ya da özendirmek içinm yazmadım, yanlış anlaşılmasın... Ama bu yaz Moskova’dan neredeyse arkama bakmadan kaçtım. Oysa her yaz pek severdim park park, bahçe bahçe gezmeyi Moskova’da. Ama bu sene ne mümkün? Yağmurdan gözümüzü açamadık ki... Hak ettik yani biz bu üçlemeyi ve hala tatile çıkmamışsanız siz de hakettiniz kanımca...

Anamur Türkiye’nin en güney burnu. Evet bu rüzgarlı ama sıcak kasabanın en güzel yanı ise oldukça geniş ve upuzun plajı. Yine de plaj deyince en güzel yeri Anamuryum’dan başka bir yer değil diyorum. Bu plaj uzunluğu ve genişliği de göz önüne alınınca ve taş plaj olduğu düşünülünce dünyadaki sayılı örneklerinden yalnızca biri ve bizim ülkemizde. Üstelik plaj bir antik kentin hemen önünde. Yani denize sırt üstü yatıp yüzünüzü karaya dönünce önünüzde dağlara tırmanan bir antik kentin kalıntıları ile yüzüyorsunuz. Bu da yetmezse deniz gözlüklerinizi takıp dalın derim ben size. Çünkü denizin iç,nde kentin kalıntılarına rastlamak çok mümkün ve o kadar temiz ve duru bir deniz ki aşağıdaki her ayrıntıyı görebilirsiniz. Hatta altınızdan geçen küçük balığın sırtındaki minik lekeyi bile suya dalmadan yukardan seçebilirsiniz.

Tabi denize girme tercihimnizi “Mamure kalesi”nin hemen yanındaki geniş kum plajdan yana da kullanabilirsiniz. Yine tarihi bir yapının ayaklarının dibinde yüzdüğünüzü düşünün. Kale surlarını döven dalgalar aynı zamanda sizi bir yukarı bir aşağı savuruyor suyun üstünde. Bu plaj tamamen kum ve denizin dibinde küçük küçük soğuk su kaynakları olduğu için oldukça serinletici.

Ya da “Dragon” çayının denize kavuştuğu yerde ilginç bir deneyim yaşayabilirsiniz. Tam ortada bir tuzlu bir de tatlı su. Birleştikleri yerde buz gibi çayın suyu ve sıcak denizin tuzlu tadı. Denize doğru yüzdükçe yukarı doğru yükselip dereye doğru yüzdükçe dibin sizi aşağı çekmesi. Etrafta balıkçı teknelerinde ağlarını temizleyenler.

Anamur eğlenmek değil sakin ve dinlendirici bir tatil isteyenler için oldukça güzel bir kasaba. Ancak eğlence sektörü pek gelişmemiş, gelişeceği de yok gibi. Bunun yanısıra çok sıcak olmasına karşın rüzgarı hiç dünmeyen bir yer. Tek sorun yolları. Anamur’a giden üç yoldan üçü de birbirinden virajlı. Ama vardığınıza değiyor.

Ancak burada turist görmek oldukça zor. Çok nadir olarak geçerken uğrayanlara rastlayabilirsiniz. Onlar da ya kaleyi ya da Anamuryum’u görmek için birkaç saatliğine uğramış oluyorlar. Oysa Ruslar’ın bayılarak geldikleri Alanya iki adım ötemizde. Tabi iki adım diyorum ama virajlardan dolayı o iki adım 3 saat sürüyor aslında. Eğlence sektörnün gelişememesi ve tatil köylerinin yan yana dizili olmaması sanırım bunun sebebi. Aslında buraya iyi bir çeki düzen verilse muhteşem olurdu diye düşünüyorum her geldiğimde... kim bilir belki ilerde...Bir umut...

Uzanmışım kumsalda
Güneş damlar içime
Kurumuş dudaklarımda
Unutulmuş bir beste
Yaşıyorum aheste

Kapılmışım rüzgara
Savrulup gidiyorum
Şimdi çok uzaklarımda
Nafile telaşlarım
Hayattan çalıyorum

Ni la bombe atomique
Un amour platonique
Umudum yarınlarda; tatildeyim

Bir elimde ayna var
Şair beni kıskanır
Yanmışım sereserpe; sahildeyim
Ooo...

Ankara'dan bildiriyor...

İşte yine Ankara’dayım... On yıldır her altı ayda bir olduğu gibi.. insan ne derse desin yaşadığı yerin koşullarına, en azından bir kısmına çok alışıyor. Hatta kendi ülkende eskiden alışık olduğun pek çok şeye yabancı bile kalıyorsun. Bazıları rahatsız bile ediyor...

Ankara şu son bir kaç gün öyle bir sıcak yaptı ki içimden “Ya ben Moskova’ya çok alıştım sıcak beni perişan ediyor, ya da Ankara olması gerekenden sıcak benim şansıma” diye düşünürken, bugün hava biraz serinledi. Bu benim sıcakla umutsuz savaşım sırasında aklıma birşey takıldı. Eskiden en sevdiğim mevsimdi yaz... Bütün arkadaşlarım havanın 40 derecelere yaklaşmasından yakınırken ben büyük bir keyifle yaşardım yaz aylarını. Demek ki on yılı aşkın zaman Moskova’da yaşayınca ben; vücut başta sıcaklığa duyarlı hale gelmiş. Şimdi düşünürsek Ruslar da Türkiye’ye geliyor hiç de sıcaktan şikayet etmiyorlar ama onlarda bir özlem var tabi, güneş özlemi... Hatta bazılarının neredeyse hayat boyu... Bense alışmış olmam gereken bir iklime bu kadar tepki gösterdim bu yaz kendime ben de inanamıyorum...

Bir diğer kendimde şaştığım konu ise mağazalarda istemeden takındığım tavır. Moskova’ya gittiğimizdee şikayet edicek tonlarca şey vardı, ettik de zaten, hatta birçoğu hakkında hala ediyoruz. O zamanlar en çok şikayet ettiğimiz konulardan birisi de bir mağazaya girince hiçbir tezgahtarın gelip de ilgilenmemesiydi ki hala bazen çok sinir bozucu olabiliyor bu durum. Ama işin bir de tersi var. Burada bir mağazaya giriyorsunuz, aradığınız da öyle özel birşey değil aslında. Belki biraz vaktiniz var sadece vakit öldürüyorsunuz, ya da belki alışveriş gününüzdesiniz ama ne alacağınızı düşünmeden para harcamak istiyorsunuz. Anında bir tezgahtar başınızda bitiyor. “Buyrun ne arzu etmiştiniz?” “Teşekkürler ben bakıyordum”. Tezgahtar gider. Aradan ben diyeyim 2 siz diyin 3 dakika sonra siz elinizde bir bluzu evirip çevirirken yine başınızda biter. “Elinizdeki bluzun rengi teninize çok gitti.” “Teşekkürler bana biraz açık geldi de...” “Tabi daha koyıu bir renk size daha iyi gider. Bunun şu renkleri de var” diyip ne kadar aynı bluzden varsa önünüze bir dakikadan az bir sürede seriverir. O an aklınızdan geçen aynen şudur: “Bırakın da rahat rahat bir başıma gzeyim şurada”.. Ardından birşey alacağınız varsa da bırakıp mağazayı terk edersiniz. Ya da asla almayı düşünmediğiniz bir renkte ve modelde bluz yerine pantalonu alıp çıkma riskiniz de yok değil tabi...

Yani anlayacağınız o ki, Moskova’da sırf rahatlamak ve birşey almak değil belki de kafamdaki düşüncelerin arasında kaybolmak için çıktığım mağaza gezilerimi Türkiye’de yapamayacağımı anlamış bulunuyorum. Ne yapalım biz de Moskova’yı bekleriz o halde..