22 Temmuz 2010 Perşembe

досвидания Моя Любимая Москва

Daracık bir kaldırımda, kalabalık insan selinin arasından geçip ilerlemeye çalışıyorum. Hava bunaltıcı sıcak, trafiğin gürültüsü, kargaşa... Henüz geçmişken trafiğin arasından karşıya, bir sokaktan içeri giriverince yüzüme çarpan deniz kokusu, martıların çığlığı ve tam karşımda boğaz... Evet! İstanbul’dayım hem de öyle böyle değil!


Yıllardır gelenekselleşmiş bir veda yemeğimiz vardır. MTKO Moskova’dan ayrılan her arkadaşa, bir veda yemeği yapar, Petersburg porseleni fincanlardan hediye eder. Her yıl bu yemeklere katılır ve düşünürüm. Kimler geldi, kimler geçti bu şehirden... Artık “fincan” sembolleşmiştir anlayacağınız bu anlamda. Gidenlere espriler yapılır, “sende mi fincanını aldın?” diye. Ya da kaldıkça kalan, bir elin parmak sayısını geçmeyen arkadaşlara “siz ne zaman fincanı alıyorsunuz?” diye sorulur da, sorulan kişi hemen ne denmek istediğini anlar.


Ne yalan söyleyeyim, masada o fincanlar önümde dururken, “birgün ben de mi alacaktım bu fincanı!” diye düşünmedim değil... İçim acıdı, gözlerim doldu, birden kendimi çok yalnız ve öksüz hissettim el boyaması canım porselenlere bakarken. Artık “Ne zamandır Moskova’dasınız?” sorusuna cevap veremeyecek olmak içime dokundu doğrusu.


Sevdiğin birşeyden ayrılmak ne zor geliyormuş. Ne çok alışmışım ben bu soğan kubbelere. Hatta ne çok benimsemişim bu şehri, işte o masada otururken yüzüme vuruverdi. Her ne kadar ülkeme dönecek olmanın, yeni bir yarına merhaba diyecek olmanın heyecanının bir kıvılcımı da olsa içimde, çocukların okulları başta olmak üzere akıldan çıkmayan birçok soru(nun) ağırlığı, Moskova sever birisi olarak bu şehri ne kadar çok özleyeceğimi bilmenin endişesi ile birleşince ve buna bir de belirsizlikler eklenince pek de hoş bir ruh hali çıkmıyor ortaya hani...


Ah! Ah! Gerçekten de kimler geldi kimler geçti Moskova’dan... Ne büyük kazançlarım oldu benim bu şehirde, başta dostlar olmak üzere. Herbiri teker teker Moskova’yı terkeden ve geride bir avuç kalmış olan o güzel arkadaşlıklar. Ne güzel günler yaşandı ve ne acı günler. Hep hatırlanmak istenen ya da ebediyen unutulmak istenen zamanlar. Haklıymış gidenler, Moskova’da kurulan dostlukların tadı da anlamı da bir başka oluyor doğrusu. “aaa! Sen de mi gidiyorsun? Senin gideceğin hiç aklıma gelmezdi” diyen sayısız arkadaşa verecek cevaplar boğazımda düğümlenirken, son ana kadar beklediğim bir mucize...


Şimdi, eski ama yeni bir şehri tanıma zamanı. Bir zamnalar sokaklarında korkusuzca dolanırken, şimdi binalarına, insanlarına, dar kaldırımlarına, korna seslerine yeniden alışmam gereken, bir diğer yedi tepeli güzel şehir. Elbet yaşanılacak burada da, elbette mutlu olunacak, dostluklar olacak, mutluluklar, kederler... Tek umudum ise, Moskova’da değil, Moskova’yı yaşadığım gibi, İstanbul’da değil, İstanbul’u yaşayabilmek.


Bu yazıyı yazmayı uzun süredir istiyordum sevgili şehrim... Ama elim hep geri geri gitti kalbim gibi... “Son biberimi” geride dostlara bırakıyorum. Ama artık zamanı geldi. “досвидания Моя Любимая Москва”. Birgün yeniden buluşmak üzere.. До Встречи...